Talep fazlayken ve rekabet azken işlerini hızla büyüten
patronların en büyük yanılgısı bütün kerametin kendilerinde olduğunu
sanmalarıdır. Kendilerni dünyanın en akıllı iş adamı görmeye başlayan bu tip
patronlar kibirden kimseye danışmazlar. Ne çalışanlarını dinlerler, ne eş ve
çocuklarını, ne arkadaşlarını. Hele danışman tutmak akıllarının ucundan bile
geçmez. Rakiplerin sayısı arttığında ve/veya talep azaldığında bu akıllı
patronlar rekabete cevap veremez, işleri yürütemez ve iflasa doğru giderler.
Kimseye danışmamak bir huy haline geldiği için de, iflasa doğru giderken de
birilerinden akıl almayı gururlarına yediremezler. Hâlbuki patron dediğin öncelikle etrafındaki
insanların aklından yararlanmalıdır. Onların görüşleri ışığında düşünce
üretmelidir. Etrafındakilerin aksine bir düşüncesi varsa dahi, en azından onların
fikirlerini bilerek karar alması daha sağlıklıdır. Sadece kendi aklını kullanan
patron ahmaktır, etrafındakilerin aklını kullanan patron akıllıdır. Ben şimdiye
kadar işleri iyiyken danışman arayan patrona çok az rastladım. Genelde işler kötüleşince
danışmana başvururlar. İşler iyi giderken danışman tutmadıysanız kötüye
giderken bari tutmanızda elbette fayda vardır. Yani zararın neresinden dönseniz
kardır. Bazı akıllı (!) patronlar hiç akıllanmaz, işler kötüyken görüştükleri danışmanın
ücreti pahalı diye yine danışmaktan vaz geçerler. Halbuki danışmana
ödeyecekleri ücret parlak günlerinde bir yılda etrafa dağıttıkları bahşişlerin
toplamı bile kadar değildir. Oysaki, danışmana
ayrılan hiçbir bütçe yanlış yapılan yatırımdan veya yanlış verilen karardan daha
masraflı değildir. Aslında iş adamları zirvedeyken danışman tutmalı, elde
edilen karları; yeni yatırımlara mı, yeni insanlara mı, yeniden yapılanmaya mı,
yeni işlere mi yatıracağına danışmanla birlikte karar vermelidirler. Danışmaktan
korkmayın sevgili patronlar. Danışmanlar servetinize servet katmak için hazır orda
bekliyorlar. Merak etmeyin başarı yine sizin olacak.
Markalar ve iş dünyasına yönelik kısa yorum ve tespitleri içeren eleştirel yazılar
15 Mayıs 2013 Çarşamba
1 Mayıs 2013 Çarşamba
Mirasta paylaşılamayan bir marka davası daha
Nisan
ayında, ünlü baklavacımız Güllüoğlu’nda marka sahipliği davası yaşandığını
medyada çıkan haberlerde görmüşsünüzdür. Belki fark etmemişsinizdir ama pazarda
birden fazla Güllüoğlu markası var. Çünkü ailenin tüm fertleri Güllüoğlu
logosunu ve tabelasını kullanarak kendilerine dükkan açabilmekte ve kendi
üretimi olan baklava ve tatlı çeşitlerini sunabilmekte. Bunlardan en ünlüleri
Karaköy’deki tarihi Güllüoğlu ve Faruk Güllüoğlu’nun zinciri. Gaziantepli
tatlıcı ustası Mustafa Güllüoğlu’nun başlattığı Güllüoğlu markası kardeşler arasındaki
anlaşmazlık yüzünden ikiye ayrıldı denebilir. Aslında bu duruma çok
rastlanıyor. Mesela ünlü şekerlemeci Koska’da da aynı durum var. Piyasada iki
tane Koska markası var; biri Merter Gıda’ya, diğeri Mahir Gıda’ya ait. Her
ikisinin başında da birbiriyle küs olan kardeşler bulunuyor. Her neyse,
Güllüoğlu’nda yaşanan bu taze gelişme üzerine Marketing Türkiye yine
görüşlerime başvurdu. Dergide yayınlanan cevaplarımı aşağıda bulabilirsiniz.
·
Soru: Güllüoğlu
markasında son dönemde kardeşler arasında bir marka savaşı yaşanıyor. Basına
“Güllüoğlu’nda kriz” olarak yansıyan bu gelişmelerle ilgili görüşleriniz
nelerdir?
·
Cevap: Babadan kalan
miras markayı paylaşamama durumu ülkemizde çok yaşanıyor maalesef. Evlatlar
aralarında anlaşamayıp aynı markayı hem de aynı sektörde ayrı ayrı yaşatmaya
devam ediyorlar. Yalnız burada markayı yaratan babadan kaynaklanan bir problem
de var. Baba Mustafa Güllüoğlu çok güzel baklava yapıp sadece İstanbul Karaköy
sınırları içinden geçen insanlara bu lezzeti tattırmak gibi bir romantik bir
kararı var. Bir evlat ve bir marka dünyaya getirdikten sonra bunları dar bir
çerçevede tutamazsınız. Halka mal olmak diye bir deyim var, bilirsiniz.
Markalar da halka mal olur. Onlar isterse, siz istemeseniz bile markanızın ünü
daha geniş bir coğrafyaya dağılır. Bu bilinirlikten ve talepten yararlanmamak
da bir nevi israftır. Mustafa Bey’in kararına ve ricasına rağmen çocuklarının
Güllüoğlu’nu önce ulusal sonra da dünya markası yapmaya çalışmasını gayet doğru
bir çaba görüyorum.
·
Soru: Yaşanan bu süreçte
hangi tarafın stratejisini daha doğru buluyorsunuz? Ya da kimi haklı
buluyorsunuz?
·
Cevap: Ben babayı haksız
buluyorum. Güllüoğlu markasının yaygınlaşmasına izin vermeli ve bu markadan tüm
ailenin nemalanmasını sağlamalıydı. Şimdi markayı ailenin tüm fertleri
kullanabiliyor. İçlerinden en girişimci olan da zincirleşerek baskın hale
geliyor. Tabii Güllüoğlu markasından sadece kendisinin nemalanması gerektiğini
düşünen tarafı da, X Güllüoğlu markası yaratarak (by-pass çözmüyle) ilerleyen
tarafı da haksız buluyorum. Tüm aile Türkiye’ye mal olmuş bir markayı hep
beraber yaşatabilmek için bir araya gelebilmeleri gerekirdi.
·
Soru: Yaşanan bu tip
krizler böyle tarihi markaların imajına zarar veriyor mu? Bu zararlar
konusunda bizi bilgilendirebilir misiniz?
·
Cevap: Baklavamızı ve
diğer tatlılarımızı dünyaya tanıtmaya en yakın aday olan Güllüoğlu’nun
arkasındaki kahramanların kendi iç çekişmelerinden sıyrılarak bir dünya markası
yaratmaları elbette kolay olmayacaktır. Açıkçası farklı farklı Güllüoğlu
markaları görmeyi ben de sevmiyorum. Bu durum markaya ileride mutlaka zarar
verecektir. Bu ihtilaf yüzünden Gaziantep’te üretilmiş gibi lezzetli olan
Güllüoğlu tatlılarından uzak kalma ihtimali, beni ürkütüyor. Umarım akil bir
insanın hakemliğinde sorunu çözerler. Tabi bunu çözebilmek için öncelikle
babalarının (Mustafa Güllü’nün) “semt markası kalalım” isteğinin
elenebileceğini de göz önüne almaları gerekir.
·
Soru: Bu tür tarihi
markalarda bu tip krizlerin nasıl önüne geçilebilir?
·
Cevap: Bu tip problemler
aile anayasasıyla çözülebilir. Tabii aile anayasasını da markayı kuran baba
hazırlamalı veya hazırlatmalı. Marka sahipleri hiç ölmeyecekmiş gibi veya
evlatlarının arasında ihtilaf çıkmayacakmış gibi davranıyor. Marka yaratanlar
markalarının geleceği için varislerden beklentilerini belirlemeli. Markayı
nasıl yaşatmaları gerektiğini bir sisteme bağlamalılar. Kurumsallaşmak da çok önemli.
Şirketlerinin ve markalarının parçalanmasını istemiyorsanız kurumsallaşmaya çok
önem vermelisiniz.
·
Soru: Sizin eklemek
istedikleriniz?
·
Cevap: Kırgınlıkları bir
kenara itip tüm Güllüoğlu şubelerini birleştirmelerini ve Güllüoğlu markasını
yönetecek bir aile meclisi ve profesyonellerden kurulu bir icra kurulu
kurmalarını tavsiye ediyorum.
Markaların
ve kurumların dağılmaması için önce kurumsallaşma çalışmaları başlatmak
gerekiyor, ardından da aile anayasası hazırlamak. Aile anayasası ile ilgili
yıllar önce yazdığım bir makaleyi burada sizlerle paylaşmanın yeridir. http://muratsaylan.blogspot.com/2008/09/aile-sirketlerine-nasihatler.html
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)