BA - Türkiye, bir
ülke markası olarak yurt içinde ve yurt dışında neyi temsil ediyor?
MŞ - Sanırım
yurt dışında Türkiye “toplama bir ülke” olarak değerlendiriliyor. Kurum ve
kuruluşlarıyla kökleşmemiş, 40 çeşit huzursuz etnik azınlığın bulunduğu, her an
darbeler ile rejim değiştirebilir veya savaşlar ile sınır değiştirebilir ülke
konumundayız. Bulgaristan, Polonya, Arjantin, Brezilya gibi ülkeler de bizim
gibi gelişmekte olan ülkeler ama onlara bu gözle bakılmıyor. Çünkü onlarda
olumluya doğru bir gidiş var. Ülkemizdeki terör olayları, darbe girişimleri,
insan hakları ihlalleri, tedbirsizlikten kaynaklanan kazaların artması, kötü
şehirleşmeye dur diyememek, gittikçe kabalaşan insanlar arası ilişkiler gibi
etkenler de Türkiye algısının daha da olumsuzlaştırıyor.
Türkiye algısı bugünden yarına olumluya çevrilemez. Bu
uzun soluklu bir projedir. Hayatta olan nesilleri değil de hayata gelecek
nesilleri hedef almalıyız. Çünkü kemikleşmiş algıları ve ön yargıları
değiştirmek kolay değil. Ama taze beyinleri, yeni nesilleri Türkiye’ye karşı ve
Türk markalarına karşı daha olumlu olmaları konusunda etkileyebiliriz.
Elbette öncelikle demokratik ve çağdaş bir ülke olmalıyız
ve böyle olma konusunda kararlılığımızı da göstermeliyiz. Ülkemize gelen turist
sayısı her yıl artmalı ve Fransa ile yarışacak düzeye gelmelidir. Eğitim
kurumlarımızın sayısının artması yetmez, buralardan nitelikli insanlar
yetişmeli; bilime, teknolojiye, sanata, spora ve kültüre dünya çapında katkılar
yapan insanlarımızın sayısı artmalıdır.
Gidilen, gezilen, sevilen, merak edilen bir ülkemiz
olursa markalarımızın globalleşme şansı artacak, doğal olarak daha fazla kar
üretecekleri için de; Türkiye’yi gelişmekte olan ülkeler liginden gelişmiş
ülkeler ligine taşıyacaklardır.
BA - Türkiye
markalaşması yerli markalar üzerinde ne gibi etkilerde bulunuyor?
MŞ - Türkiye
algısının olumlu olması yerli markalarımızın uluslararası pazarlarda katma
değerli fiyatlardan satılma potansiyelini artıracaktır. En nihayetinde ürünleri tüketenler insanlardır
ve insanlar bir ürüne/markaya duygusal açılardan yaklaşmaktadır. Diyelim ki;
ülkeleri farklı iki marka arasında tercih yapacaksınız. Uzun süredir
etrafınızdan ve medyadan bu ülkelerden biri hakkında hep olumlu haberler
duyuyor ve diğeri hakkında da hep olumsuz haberler duyuyorsunuz. İki markadan
hangisi size daha yakın olurdu? Dünya medyasında son on yıldır hakkımızda
sürekli olumsuz haberler yayınlanıyor. Bir an önce Türkiye’den olumlu
haberlerin yayılmaya başlaması gerekiyor.
Bugün Almanya ile nüfusumuz aynı. Ama onlar tonaj olarak
bizden 3 kat fazla ihracat yapıyorlar ama para olarak ihracatı bizimkinin 10
katı. Onların ihracatının %90’ını markalı, bizim ihracatımızın %90’ını fason
veya emtia sınıfından ara mal. Almanlar ile kalite farkımız çok az ama fiyat
farkımız çok fazla. Almanlar katma değerli fiyattan satmayı biliyor. Bu durum
İspanya, İtalya, Fransa, İngiltere, ABD, Güney Kore, Japonya ile
karşılaştırınca da hemen hemen aynı.
Türkiye ihracat miktarını değil, ihracat fiyatını
artırmaya odaklanmalı. Bunu yapabilmek için de öncelikle devlet ve hükümet
Türkiye markasını iyileştirmeli. Dünya medyasında hakkımızda çıkan despotluk,
faşistlik, terörizm, yolsuzluk, adaletsizlik, hırsızlık haberleri devam ettiği
sürece Türkiye turist de kaybeder, katma değer de kaybeder.
BA - Dünyada
global marka yaratma amacı olan Türkiye’nin özellikle yerli algısını yani %100 yerli
algısını ön plana çıkaran markalara neler söylemek istersiniz?
MŞ - Yerli ve
milli marka söylemi ile pazarlama yapan firmalara “think global, act local”
felsefesinin bir parçası gözüyle bakmak lazım. Tüketicilerde ve aracılarda
böyle bir içgörü varsa, bunu kullanmamak yanlış olur. Yalnız yerli ve milli
olma söylemi sadece iç piyasada ve belli bir süre kullanılabilecek bir argüman
olacaktır. Dozu, zamanı ve yeri iyi
ayarlanırsa yerlilik söylemi işe yarayacaktır.
BA - Dünyanın en
değerli markaları listesinde yer alan markaları kendi ülkelerinde ve global
arenada “ülke ve milliyetçilik” mesajları veriyor mu?
MŞ - Bir marka
globalleşti mi, ulusal kimliğinden diğer ülkelerde bahsetmesine gerek yoktur.
CocaCola “ben Amerikalıyım” demez ama herkes onun bir ABD markası olduğunu
bilir. İnsanlar kullandıkları yabancı markaların evrensel bir söylem
tutturmasını ister.
Elbette “Üstün Alman teknolojisi”, “Şık İtalyan sitili”
gibi söylemler insanları rahatsız etmeyecektir, çünkü içi boş söylemler
değildir bunlar ve dünya çapında geçerli anlamları vardır.
Global markaların geçmişte ve günümüzde kendi ülkelerinde
milliyetçilik kokan reklamlar yaptıklarını da biliyoruz ve görüyoruz. Bunları
doğal karşılamalıyız.
BA - Yerli
markaların yerli algısını ön plana çıkaran reklam ve iletişim çalışması
yapması, Tükiye’de yıllardır yatırım yapan global markalara karşı haksız
rekabet yaratmıyor mu? Bu topraklara yatırım yapmış global markalar açısından
neler söylemek istersiniz?
MŞ - Bence bu
durumu haksız rekabet olarak nitelemek haksızlık olur. Markalaşma da tarihsel
bir süreçtir. Bolca dünya markasına sahip ülkelere bakacak olursanız
sömürgecilikten zenginlik altyapısı oluşturduklarını görürsünüz. Bu refah
sayesinde marka yönetimini kolayca icat edebilmişler ve katma değer
yaratabilmişlerdir. Global markalar maça zaten 2-0, 3-0 önde başlamışken yerel
markaların tüketicilerin şovenist duygularına oynamasını çok görmemeliyiz.
Kaldı ki, Türkiye’deki uygulamaların çok da dozunda ve insaflı olduğunu
söyleyebiliriz.
BA - Yerli
markaların globaldeki başarılarını artırmak için nasıl bir yol izlenmesi
gerekiyor?
MŞ - Öncelikle
yerli markalarımız gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında fiyat rekabetinden
sıyrılmaları gerekiyor. Karlı olamadığınız sürece verimliliğe, inovasyona ve
markalaşmaya para ayıramazsınız. Maalesef markalarımız fiyat rekabetine girip
karın tokluğuna işletmeleri ayakta tutmaya çalışıyor. İşletmelerimiz çok zayıf
satış ekipleri oluşturuyorlar. Zayıf satış ekipleri de sürekli olarak fiyat
indirimi ve daha çömert iskonto peşinde oluyor. Ayrıca işletmelerimizin
pazarlama zekası da zayıf. Zaten bizde pazarlamanın 4P’sni de patron
üstleniyor. Ürün gamını da, ürün geliştirmeyi de, fiyatları da, nerelerde nasıl
satılacağını da, markanın ne söyleyeceğini de o belirliyor. Pazarlama zekası
yüksek bir patron varsa firması karlı oluyor. Pazarlama zekası kıt olan patron
ise fiyat rekabeti girdabında kapılıyor.
Firmalar globalde de başarılı olmak istiyorlarsa
pazarlama zekalarını artırmak ve marka yönetimi konusunda daha bilgili, görgülü
olmak zorundalar.
BA - Türkiye İhracatçılar
Meclisi’nin markalaşma konusundaki çalışmalarını ve projelerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
MŞ - TİM çok
çalışkan bir sivil toplum kuruluşu. Katma değer, inovasyon, tasarım ve
markalaşma konularında sürekli olarak etkinlikler ve bildiriler yaparak
işletmeleri ve toplumu bilgilendiriyor. TİM’in varlığı iş dünyamız için büyük şanstır.
BA - Turquality ve
diğer destek programlarının markalaşma üzerine katkılarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
MŞ - Turquality
çok doğru bir program ama bundan faydalanan firmalarımız maalesef bu destekleri
iyi değerlendiremediler. Milletin verdiği vergilerden devletin sana ayırdığı
fonu çarçur etme lüksün olamaz. On yıl boyunca Turquality desteği alıp da, hala
dünya çapında pazarlama yapan ve az çok global bilinirliğe sahip bir marka
olamıyorsan git kendini denize at derim. Maalesef firmalarımız markalaşmayı
doğru anlamadıkları için Turquality gibi destekler de boşa gidiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder