15 Mart 2014 Cumartesi

Bir Markanın İsmi Nasıl Olmalı?

Marka ismi bulma konusunda yardım isteyenler yine çoğaldı. Kimi açacağı kuaför salonu için marka ismi istiyor, kimi fason üretime dayalı kozmetik şirketi için marka ismi önermemi istiyor. Öncelikle şunu bilmelisiniz ki, marka ismi bulmak bir çocuğa isim koymak kadar kolay değildir ve olmamalıdır da. Sektör araştırması, düşünme, isim üretme, isimleri tüm yönlerden araştırarak eleme ve kalanlardan en iyisini seçmeyi içerir. (Bkz: http://markaisimleri.wordpress.com/)

Tabii bu “yardım” amaçlı talepleri iş yoğunluğumdan dolayı geri çeviriyorum. Taleplerini geri çevirdiğim arkadaşlara isim bulmalarında yardımcı olması için aşağıdaki tüyoları verebilirim. Benden bu kadar J

İyi bir marka isminin öncelikle telaffuzu kolay olmalıdır. Kulağa hoş gelmeli, kolay anlaşılır olmalı, yazılması kolay olmalıdır. Mümkünse sesli ve sessiz harflerin yan yana gelmesinden oluşmalıdır.

Tüketiciler telaffuz edemeyecekleri markalardan uzak dururlar. Buna hak da vermek lazım; adını söylemekte ve yazmakta zorlanacağın bir markadan bahsetmek istemezsin, bahsedip düzeltilmek istemezsin.

Telaffuzu kolay marka ismi ilk şarttır ama yeter şart değildir;
  • Marka ismi bellekte kolaylıkla yer edinebilecek ilginçlikte olmalı, çarpıcı ve dikkat çekici olmalıdır. Aviva, Bonus, Google, Yahoo…gibi
  • Marka isminizin ürün kategoriniz ile ilgili olması, ürünün içeriğini ve/veya yararlarını çağrıştıran anlama sahip olması avantajlı olacaktır. Bu tüketicinin markanızı daha hızlı hatırlamasını sağlayabilir. Speedy araç servisleri, DieHard aküleri, Energizer pilleri gibi.
  • Marka isminizin negatif çağrışımları olmamalıdır. Hiçbir dilde kötü ve ters anlam içermemelidir. İsim koymadan önce yabancı dillerdeki anlamlarını araştırmakta fayda var. Ford'un Pinto modeli Brezilya'da istenilen satış rakamlarına ulaşmamıştı. Çünkü Brezilya'da “pinto” kelimesi argo olarak "küçük erkek organı" anlamına geliyordu.
  • Marka isminiz nadir olmalıdır. Ne rakiplerin adlarına benzememelidir, ne de başka sektörden adlara…  Versace-Nursece, Sony-Sunny, Armani-Armine… komiklikleri yaşanmamalıdır.
  • Türkçe karakterler içermemesinde de fayda var. Yurtdışında kolay telaffuz için bu önemlidir. Çarşı’nın Boyner’e dönmesi, Arçelik’in Beko’yu yaratmasının altında bu neden vardır.

İsim bulma yolculuğunuzda başarılar


1 Mart 2014 Cumartesi

Satıcılarınız kimin tarafında?

Maalesef aracılara mal satan firmalarımız “içten” sebeplerle müthiş bir karsızlık problemi yaşamaktadırlar. Çünkü satıcılar ve satış departmanları sürekli müşteriler lehine taviz ister patronlarından. Örneğin; firmalarından fiyatları düşürmelerini, zam yapmamalarını, daha fazla iskonto vermelerini, müşteriyi ekstra mal veya hediye gibi araçlarla ödüllendirmeyi talep ederler. Kimi zaman rakiplerin fiyatlarını öne sürerek, kimi zaman firmalarının ürünlerindeki dezavantajları kullanarak, kimi zaman henüz marka (bilinir) olamadıklarını iddia ederek, kimi zaman talep daralmasından dem vurarak, kimi zaman rakip sayısının arttığını söyleyerek, kimi zaman “ama rakiplerimiz bunları veriyor” diyerek, kimi zaman müşteriyi kazanmak adına bu tavizleri talep ederler. Satıcılarının bu atmasyon argümanlarına inanan ve satıcılarına dur diyemeyen patronlar da bu tavizleri maalesef verir. Sonuç; eriyen karlar, hatta zararına yapılan satışlardır.

Peki neden satıcılar müşterileri/bayileri lehine aşırı taviz koparma peşindedirler? Birçok firmada satıcılar hedefli ve primli çalışırlar. Satıcılar her geçen yıl satışlarını artırmak zorundadırlar. Satıcıların üzerinde satış baskısı vardır. Hedefini gerçekleştiremeyen bir satıcı hem prim kazanamaz, hem de kendini kötü hisseder. Dolayısıyla bazı satıcılar satışı kolaylaştırmak için müşteriye daha fazla avantaj sunma peşindedir. Satışta daha başarılı olmak ve verilen hedefleri tutturmak için “yeteneklerini artırıp daha çok çaba sarf etmek” onlar için daha zor bir yoldur. Kolayı ise firmanın taviz vermesidir. Satıcının bu ruh halini değiştirmek çok zordur. Hatta bu ruh hali öyle bir aşamaya gelmiştir ki, satıcı maaşını ve primini aldığı firma açısından değil, müşterisi (bayisi) açısından olaylara bakmaya çalışır. Hele hele müşteri satıcıya iyi davranıyorsa (güler yüz gösteriyor ve ikramlarda bulunuyorsa) satıcı daha bayi talep etmeden, bayiye avantajlar koparma çabası içine girer. Ben bunu Stokholm Sendromuna (*) benzetirim.

Aslında müşterileri adına satış politikalarında ve ticaret ilkelerinden sürekli taviz talep etmek satıcının kendi ayağına sıktığı bir kurşundur. Çünkü müşterilere taviz vererek satış yapan firmaların vasıflı satıcılara ihtiyacı yoktur. Çünkü ürünler fiyatlarıyla kendiliğinden satılmaktadır. Satıcıları yüzünden fiyat rekabetine giren firmalar zamanla vasıflı satıcılarını işten çıkarır vasıfsız satıcıları işe alır. Hatta satıcı sayısını azaltır.

Özetle bazı satıcıların bayileri adına firmasından talep ettiği tavize boyun eğilirse hem firma hem satıcı kaybetmektedir. Firmaların taviz talep eden satıcıları ve bayileri karşısında kemik duruş sergilemesi ve hayır diyebilmesi çok önemlidir. Bu tavizlere dur diyemeyen firmaların sonu mutlaka hüsrandır.


*Stokholm sendromu, rehinenin kendisini rehin alan terörist kişiye karşı duygusal anlamda sempati ve empati oluşturması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan literatür terimdir. Psikiyatr Nils Bejerot tarafından adlandırılan sendrom, ismini 1973 yılında İsveç'in başkenti Stokholm'de yaşanan bir olaydan almaktadır. Banka soyguncusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler. Stokholm sendromu birçok rehine olayında yaşanmıştır.