15 Aralık 2013 Pazar

Bir Patron Firmasına Neden Ortak Bulur?

Elbette para için. Bazen kendisinden büyük rakip yabancı bir firma Türkiye piyasasına girmek için reddedemeyeceği bir teklifte bulunur, bazen de firma sahibinin paraya ihtiyacı vardır o yüzden bir kısım hissesini satar. Peki neden paraya ihtiyacı olur patronun? Çünkü şirketi zordadır. İçeriye sermaye sokabilirse borçlarını ödeyebilecek ve hatta iyi fiyata satabildiyse kendisine de biraz para kalacaktır.

Ben ne zaman gazetelerde, ekonomi dergilerinde “şirketlerinin yüzde bilmem kaçını yurt dışından bir firmaya veya bir fona sattığını” şişinerek söyleyen bir patron görsem, işin aslının finansal kriz olduğunu bildiğim için, şaşıp kalıyorum. Evet firmasını belli bir büyüklüğe taşımış, belli bir marka değerine ulaştırmış ama en nihayetinde bunu borç paralarla (krediyle) başarmış. Ortak olanlar da genelde “bize yönetimi devrederse firmayı düze çıkarır ve aldığımız hisseleri ileride daha yüksek fiyata satarız” diye ortaklığa girişiyor (Yahut zamanla tüm hisseleri devralacakları bir anlaşmayla ortaklığa başlıyorlar). Ortak olmak için de genelde iki şartları oluyor; birincisi şirket yönetiminde etkin söz sahibi olmak, ikincisi hisse için verdikleri parayla öncelikle şirketin borçlarının kapanması.

Bu ayki Capital dergisinde bir kargo şirketinin patronuyla, bir hazır giyim zinciri markasının patronu ortak alarak ne kadar iyi yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Yaptıklarının matah bir şeymiş gibi iş dünyasına pazarlıyorlar. Arkadaş, kendi yağıyla sürdürülebilir büyümeyi başaran hiçbir firmanın patronu ortak istemez. Borcu olmayan şirketini bir patron ancak uzun zamandır büyütemiyorsa veya başka bir sektöre yatırım yapmayı düşünüyorsa hisselerini kısmen veya tamamen satar. Oysa piyasada gördüğünüz, duyduğunuz tüm hisse satışlarının hemen hepsi baş edilemeyen borçlar yüzündendir. “Şirketini başarıyla yönetti sonra da iyi fiyata sattı” denen iş adamlarının hikayesi size sunulduğu gibi değil.

Tabii benim buradaki eleştirim dürüstlük açısından. Yoksa borç batağındaki firmanı/markanı satabilmek de bir başarıdır. Artan borç yükünü döndüremeyip iflas etmektense, kuyruğu dik tutarak şirketi pazarlamak ve gelen sermaye ile işleri yoluna koymak bir mesele. Ama geçmişte ikişer üçer defa ortak almalarına rağmen batan (Wenice ve Bücürük gibi) firmalar da görmedik değil.

Aslında firmalara işe başlarken veya yola çıktıktan sonra neden ortak aldıklarını, bu ortaklıklardan nasıl faydalandıklarını doğru dürüst anlatsalar, iş dünyamıza daha faydalı olacaklar. Hava atayım derken yanlış örnek oluyorlar. 

1 Aralık 2013 Pazar

Markalar Önemli Günleri Anmalı Mı?

10 Kasım’da yayınlanan anma ilanları üzerine Marketing Türkiye sordu ben cevapladım. İşte sorular, işte cevaplar.

Marketing Türkiye: Son günlerde 10 Kasım’da gazetelere verilen ilanlar ve Tv reklamları oldukça çok konuşuldu. Sizce bu tür günlerde verilen ilan-reklamlar, artık markanın siyasi düşüncesini ortaya koyma aracı haline mi geldi?
MŞ: Hayatımızın her alanına giren, yaşama biçimleri öneren, statü sembolü olmaya çalışan markaların bayramlarda ve özel günlerde ilanlar vermesi bence oldukça doğal ve demokrat bir tavır. Marka sahiplerinin dünya görüşleri ekseninde mesajlar vermesi de bence doğru ve doğal bir tavır. Bu mesajlara bazı müşterilerin olumlu, bazılarının da olumsuz tepki vermesi, hatta bazılarının da kayıtsız kalması yadırganmamalı. Birilerini veya bir kavramı rencide etmediği sürece bence markalar da siyasi mesajlar verebilir. Hele hele bu mesajlar zekiceyse tüm kesimleri bile kucaklayabilir. Sanırım siyasi mesaj veren bir marka ne kadar müşteri kazanacağını ve kaybedeceğini hesaplamıştır. Ayrıca tüketiciler de gönül verdikleri markanın politik duruşunu bilmeye hakkı vardır diye düşünüyorum.  

Marketing Türkiye: Önceki dönemlere baktığımızda bu tür ilanlar standart mesajlar içerirken artık siyasal konjonktüre uygun ya da karşıt mesajlar verilmeye başlandı. Bu durumun markaya olumlu katkıları ve olumsuz tarafları nedir?
MŞ: Ben segmentasyona inanan bir pazarlamacıyım. Bir markanın “gel, kim olursan ol, yine de gel” demesini doğru bulmuyorum. Kişiliği olan her markanın konumlandırmasına uygun yeterince hedef kitlesi olacağını düşünüyorum. Bir markanın kişiliğini kaybetmesindense müşteri kaybetmesini yeğlerim. Ayrıca gelecek dönemde markaların kendilerini farklılaştırmak ve konumlandırmak üzere kişiliklerinin altını daha çok çizeceklerine inanıyorum. Böyle bir gelecekte markaların olaylar karşısındaki tavır, tutum ve duruşları mutlaka merak edilecektir.

Marketing Türkiye: Sizce markanın bu tür bir strateji izlemesi doğru mudur?

MŞ: Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol felsefesi markalar için de geçerlidir. Bir marka sahibi siyasal bir konuda mesaj vermek istiyorsa veya markasına bu alanda söz düştüğünü düşünüyorsa, kesinlikle markasını konuşturmalıdır. Bu tutum demokrasimize de renk katacaktır.